KARAVAN HAYATI AVRUPA TURU 23; KSAMİL KARAVAN KAMPI

ÖRNEK GÖSTERİLECEK BİR KAMPİNG!

BELKİ GENİŞ BİR ALANA SAHİP DEĞİL AMA DAR ALANDA NELER YAPILABİLECEĞİNİN VE GÜLERYÜZLÜ EVSAHİPLİĞİNİN EN İYİ ÖRNEĞİ…

Arnavutluk maceramızda “artık dinlen” sinyalleri fazlasıyla gelmişti! Birçok güzelliğin içinde yaşanan zorluklar, yormaya başlamıştı bizi… Karavan hayatı’nda gezi kadar dinlenmeye de zaman ayırmak gerekiyordu!

Tam zamanında Ksamil Karavan Kamping’e gittik.

Öğretmen çift Aleksandr ve Linda’nın “sevgiyle” işlettiği bu küçücük tesis, her gün dolup-taşıyordu. Bazı kampinglerde nüfus arttıkça zorluklar başlar. Burada ise böyle bir durum yaşamadık. Duşlar, tuvaletler, lavabolar “ev” kadar temiz ve bakımlıydı. Çok nadir sıra bekledik…Yüksek sezonda olmamıza rağmen gecelik elektrik-su dahil 17 Avroluk fiyat, böyle başarılı bir tesis için son derece uygundu. Böyle yüksek talebe karşı fiyat artırmamaları da taktirle karşılanacak bir durumdu.

Hem Linda hem de Aleksandr, konuklarının üzerine titriyordu. Her konukla tek tek ilgileniyor, ihtiyaçlarını gönülden soruyor, en ufak bir sorun olduğunda  çözmek için hemen harekete geçiyorlardı. Bizi karşıladıkları an, sıcaklıklarını hissetmiştik. Üst katta, deniz manzaralı çadır kampında ikram ettikleri buzlu kahve’nin 40 yıldan fazla hatırı olacaktı. Aleksandr, tanışırken ben isko, iskend falan dedi, önce anlamadım. Sonra jeton düştü! Bizden önce orada kalan Türkler, Aleksandır adının türkçe karşılığının İskender olduğunu söylemiş. O yüzden tanışırken adım “iskender” demeye çalışıyormuş…
Kampingde akşamüstü heryeri kaplayan güzel kokunun sebebini Linda’dan öğrendik.

Adını anımsayamadığımız çan şeklindeki bu güzel çiçekler her akşam ortalığa mis kokular yayıyordu…

Kamping’de İtalyanların çoğunlukta olması çok doğaldı. Adriyatik’in diğer kıyısından karavanlarını feribota bindirip, birkaç saat sonra hem bakir, hem otantik hem de ucuz bir cennete ulaşıyorlardı. Fiyatlar, İtalya’ya göre çok çok uygundu, deniz muhteşemdi. Bir de böyle güzel işletilen bir kampinge gitmek, onlar için biçilmiş kaftandı!
Başka avrupa ülkelerinden gelenler de vardı tabii ki, ama tek Türk aile bizdik. Kamping, Aleksandr ve eşinin evinin çevresine konumlandırılmıştı.

Dikdörtgen şeklindeki evin, sokak genişliğindeki üst bahçesi ve alt bahçesine -normalden biraz daha yakın park etmek şartı ile- 7 ya da 8’er karavan sığabiliyordu. Kamping’in giriş kapısının karşısındaki arsaya da 8-10 karavanlık bir yer yapmışlardı! Tek sorun bu tarafın gölgeliksiz olmasıydı!

Arnavutluk’ta evlerin genellikle çatısız olan üst katlarında çıkıntılı kolonların içinde demir filizleri bırakılmıştı. Türkiye’de de sık sık gördüğümüz, kat çıkmak için hazırlıklı binalar çoktu. Linda ve Aleksandr da bu durumdaki üst katın zeminini suni çim halı ile kaplamış, sazlık kamışları ile gölgelik yapmış ve bu katı “deniz manzaralı” bir çadır kampına çevirmişlerdi!

Hafif rampa olan girişin sol tarafında 2 tuvalet, 2 duş kabini, hemen yukarısında açıkhavada 2 bulaşık yıkama, 1 elde çamaşır yıkama ünitesi ve el-yüz yıkamak için 2 lavabo vardı.

Tam duvarın bittiği yere, merdivenle çıkılan, 2 duş, 2 de tuvalet kabini yerleştirmişlerdi.

AÇIK BÜFE GERÇEK ANLAMI İLE, BİZCE BURADAKİ ŞEKLİYLE OLMALIYDI!

Birkaç odası pansiyon olarak da kullanılan evin gölgeli duvarını bir “açık büfe hizmet merkezine” dönüştürmüşlerdi. Duvar boyunca önce çamaşır makineleri, sonra buzdolabı, derin dondurucu, 2 ayrı lpg ocağı, envayi çeşit çay-kahve /makinesi ile birlikte, her türlü baharat, yemek yapmak için gerekli malzemeler, 2 tost makinesi, 1 soğuk su sebili, bol miktarda plastik bardak, okumak için kitap ve dergiler sıralanıyordu. Duvar aynı zamanda iletişim aracıydı!
Makinelerin, kullanma talimatları, çevre gezileri için duyurular, Yunanistan sınırına giden otobüslerin saatleri, kayıp ya da bulunan eşyalar vs. Tüm bu hizmetlerden sadece, çamaşır makineleri ücretliydi…

Bir tek internetleri sorunluydu, o da onlardan değil, Arnavutluk’un “el değmemiş” altyapısından kaynaklanıyordu. Hatta, az önce söz ettiğim duvara bir açma kapama düğmesi iliştirmişlerdi, yeni neslin “reset” dediği -internet çalışmadığında- yeniden başlatmak için… Kampingin girişinde sağda kalan duvar sanki zamanda yolculuğu simgeleyen bir sergiye dönüşmüştü.

Birçok eski alet-edavatın yanısıra, şarj aleti, yakın gözlüğü, makas, hortum başlığı gibi ihtiyaç anında kullanılacak çok şey vardı… Her park bölümünde elektrik, içme suyu ve depo için su sağlayan mini istasyonlar yapmışlardı.
Aracı park ederken yardım ediyor, hemen ardından dışarıya bir “çim halı” seriyor, üzerine de çok kullanışlı Mini bir masa ve bankı yerleştiriyorlardı. Çok ihtiyaç yoksa, karavandan masa ve sandalye çıkarmaya bile gerek yoktu!

Resepsiyon sayabileceğimiz duvar dibindeki ikramların bulunduğu alanda internet daha iyi çektiği için sık sık oraya gidiyorduk. Her gidişimizde hal hatır soran Linda, mutlaka enfes soğuk kahvesinden ikram ediyor, Aleksandr da elinde iki küçük su ile yanında beliriyordu. Gün boyu dur durak bilmeyen Aleksandr’ın iki ayak bileğinin de sargılı olması, durumunu özetliyordu!
Çiftin kızlarından 8-10 yaşlarında olanı, konuklarla ilişkilerde çok başarılıydı ve uluslararası arkadaşlıkları sayesinde artık ingilizce’yi çözmüştü.

3 Gece kaldığımız Ksamil Karavan kampında, her sabah erkenden uyanıp önce denizin tadını çıkardık. Ardından güzel bir kahvaltı ve dinlenme-okuma zamanı. Öğleden sonra yeniden deniz. Akşamları doyumsuz gün batımı manzarası için kasaba merkezine doğru güzel bir yürüyüş!

Gün batımı manzarası eşliğinde yürüyüş çok özeldi…

Dondurma eşliğinde dönüşte Deniz Manzaralı karavanımızın bahçesinde sohbetle geçti… Üç akşamdan birinde mangal yaptık. İkisinde dışarıda yemeyi tercih ettik. Bizdeki gibi, restoran çığırtkanlarına kanmamanızı tavsiye ederiz. Gün batımı manzarasına bayıldığımız için girdiğimiz restoranda hem lezzet, hem de fiyat-fayda dengesinin en kötü olduğu yemeği yemek zorunda kaldık.

Ama manzara için değerdi! Bu arada, ikinci gecemizde sahildeki restoranlardan birinden eğlence sesleri ve düğün müziği gelmeye başladı. Melodiler ve tarz o kadar birbirine yakındı ki, gece 02.00’ye kadar aynı türküyü dinlediğimizi düşündük 🙂

Programımıza sadık kalmak için artık ayrılmak zorundaydık. Üç günde anlatacak çok anı biriktirmiştik.
Zorlu Arnavutluk yollarını güneyden kuzeye bu kez iç yollardan geçip, Ohrid Gölüne gidecektik!


      Bu arada Linda, bizi yolcu ederken çok lezzetli incirlerinden toplamış, kokusunu çok beğendiğimiz çan şeklindeki çiçekten de birkaç “çelik” vermeyi unutmamıştı. O çiçeklerden ikisi şimdi bahçemizde büyüyor…

08-10.08.2019

YANITINIZI BIRAKINIZ